Platform A Sanat Galerisi, Eskişehirli sanatçı Lanpir'in "Nadireler Kabinesi" isimli kişisel sergisine ev sahipliği yapıyor. 27 Mayıs - 29 Haziran tarihleri arasında gezilebilecek sergiye tüm sanatseverleri bekliyoruz.
LANPİR 1979 yılında Bilecik’te doğdu. Eskişehir Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi’nde, Eskişehir Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi Resim Bölümü’nde, Eskişehir Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Resim Ana Sanat Dalı’nda lisans üstü eğitiminde bulundu. Yurt içindeki sergilerinin (Eskişehir Özdilek Sanat Merkezi, Ankara Galeri Soyut, İstanbul Ziraat Tünel, Ankara Platform A) yanı sıra yurt dışında da kişisel sergilere (ABD Virginia Danville Art History Museum, Polonya Torun Muzeum Okregowe w Toruniu) imza atmıştır. Yurt içinde sayısız proje içinde yer aldığı gibi yurtdışında da Fransa (SNBA Carrousel du Louvre 2015, 2016), Polonya, Tunus, Portekiz, İspanya, Fransa, ABD ve daha başka ülkelerde sanat projeleri, sergi, çalıştay ve sempozyumlara katılmıştır. Sanatçı yurt içinde ALARMART Sanat Topluluğunun bir üyesidir. Fuarlara da önem veren sanatçı başta TÜBİTAK ve ARTANKARA sanat fuarları olmak üzere birçok fuarda yer almıştır.
LANPİR resminde figürlerinde gerçekleştirdiği anatomik yorumlarıyla ve bunları bir araya getirdiği geometrik mekanlarıyla gerçeküstücülüğün sınırlarında dolaşır. Büyücüler, melekler, cadılar, pagan imgelerle donattığı yüzeylerinde “oyun” kavramını önemser. Sanatçının resminde sanat tarihinin ustalarının yorumlandığı temellük/appropriation eserlere sık sık rastlanır.
LANPİR sanat çalışmalarını Eskişehir’deki atölyesinde sürdürmektedir.
Naturalia, artificalia, scientifica, mirabilia, bibliotheca.
Rönesans’ın büyük kolesiyonlarının kategorileştiği Nadire Kabineleri müzeciliğin temelini oluşturur. İlk belirdikleri 14. Yüzyılda Fransa’da cabinet de curiocités, İtalya’da studiolo, Almanya’da wunderkammern ya da raritätenkabinett olarak anılır. Bizdeki karşılığını Halil Edhem nadire kabinesi olarak vermiştir.
Kabinelerde bilgi kaynağı görmek ve sınıflandırmak değil, nadireler arasında kurulan gizemli ilişkilerdir (correspondance) Bu ilişkiler sayesinde inşa edilen dildir, anlatıdır. Her nadire bir semboldür, metafordur, alegoridir. Ve bu dil, nadirelerle baş başa zaman geçirerek, onları tefekkür edebilme, aralarındaki ilişkiyi okuyabilme ayrıcalığına ve gücüne sahip olanlara özeldir.[1]
Nadiren bulunan, merak saikiyle toplanan ve sahip olana ayrıcalık, güç getiren “nadireler”, nesneye sahip olmanın güç ve ayrıcalığından nesnenin bilgisine sahip olmanın ayrıcalığına, giderek nesnenin bilgisinin saklı olduğu hikâyeyi anlatmanın gücüne evrildi.
Sanat nesneleri bize içlerindeki gizil hikayeyi anlatır. Merakımızı çağıran da budur; hikayeyi dinleme ve onun evrenine dahil olma arzusu. Bir müzenin ya da galerinin fiziksel mekanında yeni bir mekan kurar resimler, heykeller, fotoğraflar. Üstelik anlatılan insanlığın şekil verdiği, yeniden tanımladığı, isim verdiği kültürel hafızayı oluşturan mirasın kadim hikayesidir.
LANPİR’in lamekân, “nadireleri”, her biri yalın bir kaidenin üzerinde, meydana çıktığı tuvalin boyutunu zorluyor. Kendisini izleyeni hikayesine dahil edip, bizi çevreleyen sınırın dışına taşan, tüm zamanlara ait bir düşsel bir mekan kuruyor. Artık nadireler kabinesinin düşsel varlıklarıyla baş başasınız. Hikayeyi anlatma sırası sizde.
Canan CÜRGEN
Müze Bilimci
[1] Ali Artun, Müze ve Modernlik, Tarih Sahneleri-Sanat Müzeleri 1 (İstanbul: İletişim Yayınları Sanat Hayat Dizisi, 2006)
Ressamı ve onun eylemini çevreleyen bütün ince zarları, katmanları, tabakaları sıyırıp kaldırdığınızda ona yakıştırılan yerli ya da yersiz, haklı ya da haksız bütün etiketleri bir anda ondan uzaklaştırdığınızda aslına bakarsanız macerasını şekillendiren ana hattın, doğaya karşı, yine doğanın zıtlıklarını kullanan oyunsu, hatta oyuna tutkuyla bağlı bir etkinlik olduğu görülür. Ressam ya da bütün plastik sanatlarda iddiası olan, kendisine görevler ve roller biçmiş olan herkes başları ayak, ayakları baş yapmak için; taşta bulup gördüğünü ete kemiğe büründürmek için, gökte olanı yere indirmek için, yerde olanı gövdesinin, gözlerinin hizasına veyahut da daha da yukarıya kaldırmak için yola çıkmış olan birisidir. Ve bunu yaparken de oyun alanının hem doğa, hem akıl, hem insanın algıları, hem de bütün doğayla ilgili, yaşamla ilgili hikâyelerimizin, efsanelerimizin, inanışlarımızın olduğunu söylemek gerekir. Ama oyundan kastımız oyunu, oyuncağı küçüksemek değildir. Oyun insanın çoğalmasının, hayatta kalmasının ve kendisini yeni kuşaklara ama kültürel olarak, ama genleriyle aktarmasının temel stratejilerinden birisidir. O yüzden oyuna sandığımızdan, bildiğimizden, umduğumuzdan çok daha fazla değer vermek gerekir. Sanatçının oyun alanlarından birisi de gök, göğün katları ve onun sakinleri olagelmiştir.
Bir melek insanın kendisinde bulduğu, kendisine yakıştırdığı sıra dışı bir ahlakı, sıra dışı bir güzelliği ve oranı, göksel bir makamı ve aşkın yetileri, becerileri temsil eden bir varlık, bir oluştur. Kanatlıdırlar, çünkü kanat isteriz; göktedirler, çünkü göğü özleriz, göğü delicesine merak ederiz ve severiz. Günahsızdırlar ama biz pek günahlıyızdır. Dilediklerine görünürler, oysa biz her zaman dilemediklerimize de görünürüz. Ölmezler, biz ise pek ölürüz; her gün ve günde birkaç kere rastlantı marifetiyle yaşadığımızı düşünürüz. Doğmazlar, doğurmazlar da. Ama biz kan içinde doğar ve kan içinde doğururuz, göbek bağlarımızı dişlerimizle keseriz. Pek kıymetli rolleri vardır göğün katları arasında. Zaman zaman elçidirler, zaman zaman vakanüvistirler, zaman zaman gökten yere doğru uzanan ya da sallanan şefkatli ya da hiddetli birer eldirler. Ama hepsinden önemlisi şahittirler melekler. Geçmişte tarihin hiçbir olayının, önemli doğumlarının, meleklerin şahitliği olmadan resmedilmediğini kolayca görebilirsiniz.
Belirsiz bir gücün çevresinde pervanedir onlar. Sorguçtur onlar, vaaz ederler, infaz ederler, bazen onlara kötünün kötüsü olmak, ayartan, ayartıcı olmak, kovulmak, gözden ve gökten düşmek de yakıştırılır. İlk görselleştirildikleri zamandan bu yana geçen yüzlerce yıldan sonra bile hala varsıl bir konu olduğuna göre melekler, yüzlerce yıl sonra da aynısını umabiliriz.
LANPİR, Nisan 2019, Eskişehir